TBMM Eski Başkanı İsmail Kahraman, İslam Ülkeleri Akademisyen ve Yazarlar Birliği'nin (AY-BİR) 2016’da İstanbul'da düzenlediği "Yeni Türkiye Konferansları" nın altıncısında, Türkiye'de mevcut darbe anayasasının değişmesini ve laiklik ilkesinin yeni anayasada yer almaması gerektiğini söylemişti.
Halkla arası açıldığı için iyice sıkışan iktidar ,ne kadar irili ufaklı gerici, faşist, tetikçi, menfaatçı, tarikatçı,…kesim varsa onların desteğini istemek durumunda kalıyor. Sadece bir örnek verelim: Tek başına özbakımını bile yapmaktan yoksun eski bir şeriatçı akıldane siyasetçi ile, iktidara destek için (bunca sorun varken ve her gün kadınlar üçer beşer katledilirken) öncelikle “İstanbul Sözleşmesi” nin kaldırılmasının konuşulmuş olması bile yeni dönemin kodları açısından önemlidir.
Şimdi de Ayasofya'nın baş imamı Prof. Dr. Mehmet Boynukalın, Cumhur İttifakı'nın gündeme getirdiği "yeni anayasa" hakkında dikkat çeken değerlendirmelerde bulunarak yeni anayasada laiklik ilkesinin çıkarılması çağrısı yaptı. Boynukalın, "1921 ve 24 anayasalarında devletin dini İslam’dı ve laiklik yoktu. Cumhuriyet fabrika ayarlarına dönsün" ifadelerini kullandı. Onların fabrika ayarlarına dönmekten anladığı çok daha gerilere “ortaçağ karanlığı”na dönmektir!..
“Laiklik” Anayasasında olmasına rağmen, Türkiye, gerçek anlamda laik bir ülke olamadı hiçbir zaman. Devleti yöneten erk, her zaman, dini ve dini kurumları kendi iktidarı için, kitleleri maniple etmek ve kolay yönetmek için kullandı. Bugün ortaya çıkan durum da, bunun ayyuka çıkmış ,fütursuz halinden başka bir şey değildir.
Laiklik, sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması değildir. Gerçek anlamda laiklik, inanç ve düşünce özgürlüğüdür. Herkesin-özellikle de azınlıkta olanların-inançlarına uygun yaşaması, düşündüklerini söyleyebilmesi ve örgütlenme özgürlüğüdür. Oysa, Türkiye’de hiçbir zaman ötekine tahammül gösterilmemiş ,düşünmek yasaklanmış, örgütlenme özgürlüğü engellenmiş; farklı olanlara sürgünler, kıyımlar ve büyük acılar yaşatılmıştır.
Alevilerin evleri işaretlenirken, işçilerin ümüğü sıkılıyor, Kürtler bilinçli olarak olmadık baskılarla siyasi alanın dışına itiliyor; fatura, aşırmacı rektör istemeyen üniversite öğrencilerine kesiliyor. Bir ilahiyat Prof’u da “gece iş bitirir, gündüz işe gideriz…”diyerek çocuklarımızı tehdit etmektedir.
İktidarı savunmayan herkes terörist ilan ediliyor…
Batı’da, egemenlerin geniş kitleler üzerindeki gücünü sınırlamak ,herhangi bir düşüncenin dayatılmasına karşı güvence olarak laiklik ,anayasal ve yasal güvenceye kavuşturulurken; bizde ise olası din ağırlıklı otoriter egemenliğe karşı bir güvence olarak düşünülmüştü. Diyanet İşleri Başkanlığı, imam-hatipler gibi kurumlar eliyle devletin kontrolünde yürütülen din işleri; süreç içerisinde muhafazakar kesimlerin denetimine geçerek, devlet içinde kontrol edilemez etkiye ve güce ulaşmış bulunmaktadır .Bugün ise emir eri gibi hareket etmektedirler…
Her yerden, laiklik karşıtı beyanatlarla niyetler açıkça ortaya serilirken, bu işleyişin önündeki tek engel olan “anayasal laiklik” de hedef alınmıştır.
Aslında hedefte olan, düşünce özgürlüğüdür; kadın haklarıdır, insan haklarıdır… Çünkü, laikliğin güvencede olmadığı ülkelere bakacak olursak , görürüz ki, çoğunda en temel insan hakları ayaklar altındadır: Ötekine asla saygı duyulmamakta, kadınlar insan olarak görülmemekte; savaşlar ve katliamlarla tam bir ilkellik ve vahşet hüküm sürmektedir…
Aynı duruma düşmemek için,-toplumsal olarak kurumsallaştıramamış olsak da- anayasal güvencede olan laikliği korumak ve geliştirmek gerekiyor. Bunu da, insan hakları için, kadınların köle durumuna düşürülmemesi için ,inanç ve düşünce özgürlüğü için, çocuklarımızın geleceğinin karartılmaması için yapmalıyız. Bunun için laikliğe sahip çıkmak zamanıdır.
Laikliğe karşı çıkmak ve kaldırılmasını önermek de Anayasal suçtur Efendiler…